Almanya, tarihsel olarak Avrupa'nın istikrar simgelerinden biri olarak kabul edilse de, son dönemde yaşanan gelişmeler bu imajı sorgulatmaya başladı. Özellikle Asya-Pasifik bölgesinde ve Avrupa’nın doğu sınırında artan gerilimler, Almanya'nın savunma ve güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Ancak yapılan anketler ve araştırmalar, Alman halkının ve politika yapıcılarının savaşa hazırlanmak konusunda isteksiz olduğunu gösteriyor. Bu durum, hem ulusal hem de uluslararası güvenlik açısından alarm zilleri çaldırıyor.
Almanya’nın savaş hazırlığı konusunda sorunlar yaşadığı bir dönemde, ülkenin güvenlik politikalarının dönüştürülmesi gerekliliği gündeme geliyor. Merkel döneminde, Almanya'nın askeri harcamalarının artırılması gerektiği yönündeki şiddetli tartışmalar, özellikle NATO üyesi ülkelerde yükselen askeri harcamalar karşısında daha da belirgin hale geldi. Cansız bir düşmanı, yani savaşın getireceği olumsuz sonuçları düşünmeden, askeri kapasitesini artırma gerekliliği gündemdeyken, Alman halkı bunun yerine barışçıl bir çözüm arayışını desteklemeyi tercih ediyor.
Birçok Alman, savaşa verilen kaynakların, sosyal hizmetler ve eğitim gibi diğer önemli alanlara kaydırılmasını gerektiğini savunuyor. Toplumun büyük bir kesimi için savaş, yalnızca bir milletin askeri gücünü artırmakla ilgili değil; aynı zamanda insani değerlerin korunması ve uluslararası diplomasinin teşvik edilmesi açısından da zihinlerde ciddi soru işaretlerine neden oluyor. Özellikle Almanya'nın geçmişteki savaş tecrübeleri, halkın savaş konusunda duyduğu kaygıyı artıran bir faktör olarak öne çıkıyor.
Son dönemde yapılan kamuoyu araştırmaları, Almanların büyük bir bölümünün ülkenin savaş hazırlığına karşı aktif bir direnç sergilediğini gösteriyor. 2022 yılında yapılan bir anket, vatandaşların %67’sinin Almanya'nın savaş hazırlığını artırmasına karşı çıktığını ortaya koydu. Anket sonuçları, özellikle genç nüfus arasında savaş karşıtı bir eğilimin giderek güçlendiğini gösteriyor. Geçmişte yaşanan savaşların travmatik etkileri, bu neslin düşüncelerini ve davranışlarını şekillendiriyor.
Bu bağlamda, Almanya'nın NATO'ya olan bağlılığı ve uluslararası güvenlik değerlendirmeleri üzerine eklenen yeni yükümlülükler, halkın zihninde daha fazla belirsizlik ve kaygı yaratıyor. Ülkenin kurumsal güvenliğine olan inanç, askeri hazırlıklardaki yetersizlikle birlikte aşındı. Bu sebeplerle, politika yapıcılar ve akademisyenler arasında bir tartışma sürmektedir. "Güçlü bir orduya sahip olmak, güçlü bir diplomasi ve stratejik düşünceyi gerektirir" düşüncesi yaygın olmakla birlikte, halk bu anlayışa tamamen ayak uydurmuş değildir.
Sonuç olarak, Almanya'nın savaş hazırlığı yönündeki isteksizlik, derin tarihi ve kültürel kökleri olan bir mesele olarak ön plana çıkmaktadır. Umut, savaş yerine barışa odaklanan politikalar geliştirilmesi ile yeniden yeşerir. Bu, yalnızca Almanya için değil, Avrupa’nın barış ve güvenliği açısından da yaşamsal bir öncelik olarak değerlendirilmektedir. Diplomasinin ön planda olduğu, savaşın bir seçenek olarak düşünülmediği bir dünya için mücadele etmek, hem politikacıların hem de halkın elindedir.